Senden Benden Bizden #2
Efendim üşengeçlik neler yaptırıyor adlı bölümümüze hoşgeldiniz.Bir süre böyle her telden şeyler içeren yazılar yazacağım.Hem benim için, hem denk gelip bloga göz atanların içlerinin şişmemesi açısından hoş olacak diye düşünmekteyim.Bir filmi,diziyi tek başına anlattığım zaman önümü alamıyorum çünkü destan yazmak istiyorum.Neyse neymiş bakalım günün öne çıkan haberleri
İçimiz dışımız çekik oldu aman efendim nereye kadar derken ev arkadaşım izleyip çok beğendiğini söylediği bu filmi bana tavsiye etti.En başta Keira Knightley(kusura bakma Keira ama durum bu) var aman izlenmez be bu film derken baktım ki pek beğenilen bir film. Ön yargılarımızı parçalayalım biraz deyip izledim.Kısaca konusundan bahsedecek olursak afişte gördüğünüz 3 gencimiz aynı yatılı okulda okuyan çok sıkı dostlardır ama çocukların bilmediği daha sonra öğrenecekleri bir gerçek vardı ki burası spoiler değil filmin başında şakkadanak belli oluyor zaten organlarını insanlara vermek için üretilen üretilen olmadı tabi kopyalanan klonlardır.
Filmi izlerken onların da insanlardan hiçbir farkı olmadığını (zaten yok ),yaşamayı en az onlar kadar hak ettiklerini düşünüyorsunuz.Klon olayları var işin içinde dediklerinde The Island diye bir film vardı daha önce şu yazımda yazmıştım ondan ağzım yanınca yoğurdu üfleyerek yiyeyim dedim ama bu film onun kadar kötü değildi.Ayrıca bana Carey Mulligan’ı kazandırmıştır film.Hep saçma sapan filmlerde oynadığını düşünmüşümdür nedense ama yoo baya baya güzel filmlerde oynuyormuş bu kızımız.Bu olay çok çabuk ajitasyona girebilirdi ki ben öyle filmlerden nefret ederim.Bu filmde her şey tam dozundaydı.Film hayatınızın filmi olmayacaktır tabi ki ama en azından özgün bir konusu var her şey dozunda bırakılarak anlatılmış.Spoiler vermeden film anlatacağım derken de göbeğim çatladı.Sonu çok duygusal arkadaşlarımızın için ağlayayım gitsin anasını satayım mottosuyla da izlenebilir.Kısaca izleyin iyi film iyi
Filmden hayat dersleri :Bazen kurtardigimiz insanlardan farkli bir hayatimiz olup olmadigini merak ediyorum. Çogumuz neden bu dunyada oldugumuzu, neden yasadigimizi bilmeden ve ne kadar zamanimiz oldugunu hissedemeden bu hayati “tamamliyoruz”…
Amerikan Rüyası ile ara verdiğimiz çekik dünyasına bir hızla geri dönüyoruz tabi ki hemen.Yorumlarda Olboy’dan daha iyi,süper film aman ödül töreni, ödül töreni dolaştı falan diyip beklentiyi artırmış filmdir ama beklentimi tam olarak karşılayamamıştır kendisi.He kesinlikle kötü de değildir.Filmin içine biraz Cüneyt Arkın kaçmış desem abartmış olmam bence.Bazı aksiyonsal sahnelerde açuşinin bir yumrukla zibilyon tane adam devirme kapasitesine sahip olması Türk sinemasına selam çakmak değil de nedir soruyorum size.Ayrıca filme inanmıyorum ama bir Won Bin gerçeği varmış onu öğretmesiyle bile yeterli bence heheyt.
Konumuza gelecek olursak bu Won Bin zamanında Korenin FBI’yi CIA’yi gibi bir şeyin üyesi ama daha sonra başına gelen elim hadiselerden dolayı bu işleri bırakmış bir yerde emanetçi olmuştur.Bir de küçük komşusu ile bir baba-evlat ilişkisi yürütüyorlar desem yalan olmaz bence. Küçük kızın diğer filmi A Brand New Life’taki über performansından şuradaki yazımda bahsetmiştim. Bu kız büyük oyuncu olur ahanda buraya yazdım.Küçük kızın bir annesi vardır ki evlerden ırak.Her türlü kötülüğü bulaştığı yetmiyormuş gibi bir de eroin bağımlısıdır ve kızına bakmak bir yana kendine bakacak hali yoktur.Küçük kızda annesinden göremediği sevgiyi bu açuşiden göreceğini düşünmektedir.Film bana Leon’u hatırlattı vallahi.Ben Leon’u izliyor gibi izledim filmi.O yüzden konusu itibariyle değil de filmin çekilişi itibariyle farklı bir film.Adam camdan atlarken kameranın onu takip etmesi gibi,2 küçük bıçakla nasıl aksiyonun dibi yaşatılır gibi mesela.Bir de Secret Garden’daki sevimli sekreter burada ne lanet bir kötü adam olmuş çıkmış yahu.Vallahi oyunculuğuna on puan veriyorum.Kızın annesinin kötülükleri bulaşıp kızını da bu işlere çekmesi ama Won Bin’in ne olursa olsun kızı kurtarma istediği ofofo dedirtti bana.Film izlenilesi,film güzel
Filmden hayat dersleri:Yarın için yaşayanın, bugün için yaşayan karşısında hiç şansı olmaz.
Bir diğer filmimiz için Çin’e doğru yol alıyoruz sayın okuyucular.Filmin geniş anlatımı için Uri Hikaruivy’nin şu yazısına doğru alayım sizi.Onun yazdıklarından sonra zaten izlememek gibi bir şansınız yok.Ben okur okumaz indirip fırsatını bulduğumda hemen izledim.Beyler fazla kız içerikli bir film olduğu için ilginizi çekmeyebilir ama izleyin kadınların ne güçlüklerle yaşadığını hala da nasıl devam ettiğini izleyin bir görün.Kısaca adam olun artık yeter nedir bu çektiğimiz bizim.Kısa bir çemkirmeden sonra kısaca konumuza gelecek olursak bir 19 yüzyıl Çin’inde yaşayan iki kadının arkadaşlığını görüyoruz.Diğer hikayede ise günümüz Çin’inde iki kadının hikayesini izleme şansımız oluyor.19.yüzyıldaki Çin’i anlattıklarında sıtkım sıyrıldı desem yeridir.Çin’de güzellik ölçütünün küçük ayaklı olmakla eşdeğer olduğu hepimizin malumudur da insan böyle filmde canlı canlı izlerken içi acıyor gerçekten.Küçük ayaklı olmazsanız iyi bir koca bulamazsınız hayatınız boyunca sefalet çekersiniz.Hay ben öyle anlayışa edeyim dedim izlerken.Küçücük çocukların ayaklarını sararlarken içim sızladı resmen.2 kadının hikayesi demişken bunlar birbirlerinin Laotong’u yani bir nevi kankardeşi.Küçük yaşlarda bir anlaşmayla kardeş oluyorlar ölene kadar birbirlerinden ayrılmamak üzere yemin ediyorlar.Sadece kadınların bildikleri Nu Shu adı verilen bir dille birbirleriyle haberleşebiliyorlar ama kadınlarımızın çilesi sadece ayak işkencesi ile bitmiyor.Koca derdi aman efendim kaynana derdi,çoluk çombalak derdi alıyor yürüyor.
Hikayenin bir diğer yüzü ise günümüzde geçiyor.Kore’den ailesi ile birlikte gelen Sophia ile ona Çince dersi veren Nina’nın dostluğu uzun süre devam ediyor.Tabi ki onlarda Laotongluk anlaşması imzalıyorlar sonsuza kadar arkadaş olacaklarına dair ama iş aslında bir süre için öyle olmuyor.Arkadaş için fedakarlık yapılan bir dünya ilginizi çekiyor bir diğer ilgi çekici unsur Hugh Jackman tabi 😛 Filmin sürprizi olarak en sevdiğimiz Hugh Jackman da oradaydı.Ağlayabilirsiniz selpaklar hazır edilsin.İzleyin izlettirin.
Geçenlerde Ntv Tarih’i okurken ( tarih sevenlere tavsiye olunur) adını daha önce hiç duymadığım Lima Sendromunu öğrendim.İnternete yazınca Adriana Lima’nın seksi resimleri için tıklayınız bazlı şeyler çıkıyor ama biraz araştırmadan sonra amacıma ulaştım.Böyle gereksiz görünen bilgiler nedense benim ilgimi çok çeker.Stockholm sendromunun tam tersi olarak anlatılıyordu.Stockholm sendromundan haberim vardı hatta Türk filmlerimizin birkaçına damgasını vurmuş sendromdur.Kaçırılan hanım kendine kaçıran beye ki genelde Tarık Akan olurdu abayı yakmaya başlardı.Lima Sendromu ise 1994 yılında Peru’nun başkenti Lima’da Tupac Amaru yanlıları Japon büyükelçiliğini basıyor ve buradaki insanları tam 126 gün rehin alıyorlarmış.126 gün sonra Amaru yanlıları rehin aldıkları kişilerle dostluk kurup amaçlarını ulaşmak için kullanabilecekleri kişiler de dahil olmak üzere birçok önemli kişiyi serbest bırakmışlar.Bu da böyle bir bilgidir.
Devir tüketim devri olunca ben dinlediğim şarkılardan mütemadiyen sıkılarak yeni gruplar araştırıyorum.Son zamanlarda da bu grubu buldum.Böyle ritmleri falan kafa yormuyor,sözler desem içinden Emre Aydın fırlamış bir durumu yok.Eskiden daha sert müzikler dinleme peşinde olurdum ama yaşlanıyoruz mirim galiba bu tarz müziklere yöneldim.Duyan da bin yaşındayım falan sanacak he.Henüz keşfetme aşamasında olduğum için haklarında pek fazla bilgim yok ama yine araya taraya bir İskandinav grubu bulmuşum.Grup Norveçli ve çocukluktan beri arkadaş 2 genç arkadaşımızdan oluşuyormuş.İlk albümlerinin ismi de pek afilli değil mi sizce de ‘Quiet is the New Loud’.Bunun dışında 3 tane daha albümleri varmış keşfedilesi.
Bin yıl önce falan alıp okumayı unuttuğum bir kitabı buldum geçenlerde.Bir heves alıp araya başka şeylerin girmesiyle okuyamamıştım kitabı.Konusu Kral Arthur,Kutsal Kase,Tapınak Şövalyelerine kadar gidiyordu. Kitapçı Da Vinci şifresini sevdiysen bunu da seversin demişti ki öyle alengirli işlere bayılırım.İngiliz yazar Bernard Cornwell’in üçlemesinin ilk kitabı Şeytanın Atlıları.Okuyup görelim bakalım
Bahsetmek istediğim her şeyden bahsedip içimi döktüğüme göre artık gidebilirim.Esen kalınız.
“Kısaca adam olun artık yeter nedir bu çektiğimiz bizim” süpersin egosantrikcim, beyler duyun sesimizi! 😀 😀
yazı harika olmuş bu arada. sen üşengeçlikten falan demişsin ama ben bayıldım, bisürü film, kitap, müzik, bi de üstüne lima sendromu öğrendim iyi mi! 😀
never let me go’ya başlayıp ağlamaktan içim dışıma çıkınca (sonunu gayet rahat tahmin ettiğim için ortalarda ağlamaya başlamıştım…) yarıda bırakmak durumunda kaldım yalnız ben ordaki dünyaya hayret ettim yaa, yok mudur insan hakları dernekleri, yok mu bu zavallı klonları savunan kimsecikler? cık cık cık, olmaz olsun böyle dünya! 😛
Ajuşi filmi bayaadan Leon’u andırıyo cidden… Ama Won Bin hatrına izlenir. Dur ben şu Buriği ikna ediym de beraber seyredelim 😛 😛
Son olarak Şeytanın Atlıları’nı beğenirsen bana da haber ver, ben de okuyayım. Da Vincileri pek sevmiş idim zamanında…
Ellerine sağlık, öpüldünüzzz! 😉
Filmde bana bir sinir geldi ki Uri Hikaru daha da çemkirecektim ama yeri burası değil 😀 Aslında her gün bir şeyler yazayım istiyorum ama olmuyor.Böyle topluca yazıp sıyrılma yolunu seçtim ben de.Beğendiyseniz ne mutlu 😀
Never let me go için evet bana çok ağlayacaksın falan dedikleri için en başta izlemesem mi ,hiç de sevmem öyle işleri dedim ama olay fazla dramatize edilmeden bittiği için sevindim.Gram da ağlamadım duygusuz anıma denk geldi besbelli 😀 😀 Şimdi insan haklarını savunması gereken kişiler nasıl olsa bir gün bizim de işimiz düşer zaten bunlar klon yapılış amacı bu deyip işin içinden sıyrılmışlardır namussuzlar 😀 Batsın bu dünya
Baya bildiğin Leon”du işte 😀 Her şeyi ile aynı.Aman aman bir film değil ama oy Won Bin için izlenmez mi izlenmez mi 😀 😀 İzleyin valla ama Burikle:D izlerken tepkilerde dikkatli olmak lazım ehehehe.Okuyayım hemen size de bildireceğim kok.Bence güzel bir üçlemeye benziyor ama dur bakalım.Ben de öperim ^^
Sonuçta devrimci harekettenmiş Amaru yanlıları.Amaçları zarar vermek olsa koskoca 126 günde 126 kez öldürürlerdi rehineleri. Ama kendilerine aynı merhamet gösterilmemiş. 14ünü de öldürmüşler eylemcilerin. Burda da gördük benzer olaylar..Yani bütün devletlerin amk! Yaşasın anarşizm diye devam edeceğim herhalde 🙂
Rehin alanları öldürdüklerini bilmiyordum bak.Dünyadaki tüm devletler daha doğrusu tüm iktidarlar muhalif sesleri susturma eğiliminde olunca ben de tüm devletlere ağız dolusu küfür etmek istiyorum,sana katılıyorum o yönden.Hehehe yaşasın anarşizm tadında değilim ama yaşasın istediğini düşünüp söyleyebilme özgürlüğü
keira ilk çıktığı zaman ne de çok sevrdim şimdi aşırı doz yüklendiğimden midir nedir çok itici cidden, ama ona rağmen film güzel diyorsan kesin öyledir 🙂
won bin amca galiba zamanında yakın dövüş konusunda lisanslı bir oyuncuymuş, ordaki cüneyt amca vari sahnelerine kılıf olsun diyede korenin gizli askeri teşgilatından çıkma filan diye uydurmuş galiba senarist 😀 bir de bizim çocukluğumuzun sübyancı filmi leona göndermelerde bulunmuşlar filmde, kızcağız wonbine çiçek getirince adam nasıl da fırlatıp attı kenara (ben sübyancı diilim uleen 🙂 ) :))) hanbon harobaca wonbin, sen ne tatlı şeysin 😀 en komik yanı sanırım kanlı dövüş sahnelerinde bile yüzünden masumluk akıyordu yavrunun 😀
snow flower ne güzel filmdi di mi, izlerken sinema atmosferide yaşatıyor sana , konusuna hiç girmicem off genetik hata olduklarını düşünğyorum bazen erkeklerin :S neyde sözüm jisubdan dıları kehkeh 😀
yine bulutların üstünde bir müzik ziyafeti verdin sağol, acaip sakinleştiriyor insanı, Quiet is the New Loud lafı da bombaymış.
bu güzel derleme yazı için teşekkür eder, arayı fazla soğutma deyip kaçarım kok 😀
ay heyt Keira yahu.Hiçbir zaman sevemedim ben o kadını.Nedenini de hiç anlayamadım ama film fena değil 😀
Aa bak bilmiyordum.Won Bin ne maharetli bir insanmışsın yahu sen.Ama fazla Cüneyt Arkınvari be.İnandırıcı değil.He ya bir de Kore istihbaratı da işin içine girdi.Girmese şaşardım zaten.Won Bin iyi,Won Bin güzel 😀 Ama sen neden Leon’a şimdi sübyancı dedin ki 😛 😛 Ay ama onun o saçlar neydi ya en başında öyle.Resmen teyze oldum orada da oğlum şu saçları bi kestir elin yüzün açılsın dedim durdum da kesti sonunda 😀
Çok güzel filmdi be içim acıdı resmen.Erkekler konusuna girmeden uzaklaşıyorum hemen 😀
Valla albümlerinin ismine bayıldım da bayıldım ben.Rica ederim ben size teşekkür ederim efem:D
keira “hayatımın çalımı beckham” filminde acayip şekerdi. sonra karayip korsanlarında, ingiliz edebiyatı uyarlamalarında falan izledikçe soğudum kızdan 😛 ay bi de çok zayıııııfff, kırılacak sanki 😛
Of ben ilk Kefaret miydi filmin adı neydi orada izlemiştim.Kızı sevmiyordum zaten ezelden beri filmi de sevmeyince Keira ile olmadık biz bi be.İlişkimiz yürümedi,sevmiyorum bir de he yani bir çiroz bir çiroz allahım sen koru 😀
Leon subyanci degildi ama yav.
yok zaten kabul edemem 😀 Kesinlikle değil
öhöm evet orayı biraz daha toparlamam gerek, şöyleki janröno amcamızın karakteri sübyancı değildi ama ufak natalie’mizin o rolü filmi izleyen bir sübyancı ise hoşuna gidecek şekildeydi. yani filmdeki karakterler arasında öyle bir ilişki olmasa da, izleyen kişinin algıda seçiciliğine göre hanım kızımız rolü daha bir başka yorumlanabilir malesef, herkes gb bende ortaokulda lisede filan izledim o filmi ve benim için yeri çok ayrıdır, OSTu bile yeter zaten ama şimdi düşününce böyle bir yanı varmış diyorum kendime ne yalan söyliim :S jan röno amcaya sevgiler tabi burdan 🙂
konuştuk anlaştık o konuda kok değil mi 😀 İçimizdeki Leon sevgisini gereğince anlattığımızı düşünüyorum:P
Geri bildirim: Senden Benden Bizden #3 « egosantrikrapsody
Geri bildirim: Senden Benden Bizden #4 « egosantrikrapsody
Geri bildirim: Senden Benden Bizden #6 « egosantrikrapsody