Senden Benden Bizden

Yazmak istediğim çok şey olunca blog başına oturmam tam tersi bir seyir izliyor nedense.Nasıl anlatsam,nasıl başlasam ee haliyle bir ön araştırma da yapmam gerektiği için sarkıyor babam sarkıyor o yazı .Biraz da üşengeçler imparatoriçesi yapımının da etkisi yok değil.Aklıma ne eserse onu yazdığım sürreal bir çalışmamla karşınızdayım anlayacağınız 😀

Sınav zamanlarıma böyle bir resmi sponsor bulsam ya ne güzel olur

Üniversite öğrencileri arkadaşlarımın da serzenişte bulunacağı üzere hepimiz final sınavlarındaydık ve bitiminde artık zombiye dönüşmüş bir halde buldum kendimi.Gecenin köründe içtiğimiz kahveler kafa yapmış olabilir.Bir de son sınıfta olunca insan okulum uzamasın diye kuyruğu sıkıştıra sıkıştıra oturuyor harika,über eğlenceli derslerin başına.He bir de sınav sonuçları açıklanınca görüyorsunuz ki psikopat hocanın te ki dersi alan 130 kişiden 100 kişiyi bırakmış buyrun bakalım cenaze namazına.Allahtan böyle şeyleri kafasına aşırı takan bir insan değilim.Hocaya olağan sövmelerimi yaptıktan sonra pamuk gibi oldum.Paşa paşa bütünlememe çalışmaya başladım.Başladım dediysem bir ucundan baktım.Sonuçta genlere  işlemiş bir ‘işini son güne bırak ki adrenalinden çatla’ gerçeği duruyor karşımda.Çalışılır geçilir kısaca.

Geçenlerde işte şu sınavlardan kafayı biraz uzak tutalım diye ev arkadaşımla uzun süredir beklediğimiz Ejderha Dövmeli Kız filmine gittik.Öncellikle şunu belirtmem gerekiyor ki ne kitabını okudum ne de daha önce çekilmiş İsveç versiyonunu izledim.Bu yüzden değerlendirmelerim o yönde olacak spoiler falan da vermeyeceğim merak etmeyin.Filmin kitabı okuyanlar ya da daha önceki versiyonlarını izleyenler tahmin edecektir ki filmdeki bazı yerler insanı kaskatı ediyor,eliniz kolunuz bağlı  hayıflanıyorsunuz, kızıyorsunuz kendinizi uzunca süre gergin hissediyorsunuz. Filmle ilgili ne söyleyebilirim  ilk yarısı gayet güzel ilerleyen filmin ikinci yarısında ben sıkıldım sanki her şey gereksiz uzatılmış gibi geldi bana ve bu kadar uzun sürmesine rağmen sanki hiçbir şey anlatmamıştı.Buradan çok kötü bir film sonucu çıkmasın gayet güzel bir filmdi.Ben çok yüksek beklentilerle gidip aradığımı bulamadım zahir.Bunun dışında filmde en çok sevdiğim şeylerden biri  film başlarken çalan müzikti.Onun için bile gidilip izlenebilir yani.Okuduğum yorumlarda da İsveç versiyonunun kitabı daha iyi anlattığı,daha iyi bir film olduğu bu filmde ise seyirciyi şaşırtmak adına bir şeylerde değişiklik yapıldığıydı.Yani anlayacağınız bana İsveç versiyonunu izleme yolları göründü.

Bu filmi blog buluşması için Kocaeli’nden İstanbul’a gelirken günün anlam ve önemine uygun olsun Kore sinemasından gideyim derken izlemeye başlamış çok beğenmiştim ama yol bitince haliyle tamamlayamamıştım.Filmde ekseri olarak  9 yaşında bir kızın babası tarafından yetimhaneye bırakılışı anlatılıyor.Film tabi bu kadar sığ bir anlatımla geçiştirilemeyecek kadar güzel ama beni etkileyen kısımlarından bahsetmek istiyorum.Film kızın babasının sırtına yapışmış bir şekilde gülümseyerek bisiklete binmesiyle başlıyor ki ilerleyen sahnelerde oraları düşünmek can yakıcı oluyor.Yani kızın yerine siz düşündüğünüzde bile boğazda bir yumru gelip oturuyor oraya.Kız yeni elbiseler giymiş babasıyla gezmeye gittiğini düşünürken hain ve gaddar baba tarafından bir hoşçakal bile denmeden yetimhaneye bırakılıyor.Bu küçük kız (Kim Sae Ron) ondan sonra öyle bir ifadeye bürünüyordu ki yılların yorgunluğu ile yaşıyor gibiydi.Kimseyle arkadaş olmak istemeyen sanki arkadaş olursa oraya ait olacakmış da bir daha evine dönemeyecekmiş gibi hissediyordunuz.

En etkilendiğim sahnelerden biri de şu yukarıda paylaştığımdır.Spoiler vermemek adına fazla bahsetmek istemiyorum ama film yer yer ağlatıyor be insanı.Ben ki filmlere asla ağlamam diyenlerden değilim yeri gelince şakır şakır da ağlarım ama buna ayrı üzüldüm.Film aslında duygu sömürüsüne girip sizi ağlatmak peşinde olmadığı için de ayrıca ilgi çekici zannımca.Daha sonra yönetmen  Ounie Lecomte’nin kendi hayat hikayesi olduğunu öğrendim.Ounie Lecomte zamanında Kore’den Fransa’ya evlatlık olarak gönderilmiş ve film belki de bu yüzden bu kadar etkileyici ve güzel çekilmiş diye düşünmeden edemiyorsunuz.Mutlaka izleyiniz.

Ben zaman zaman aklımı bir şarkıya takar onu yüzlerce kez artık şarkı bile yeter ulan diyene kadar dinlerim.Bu sıralarda kafamı bu şarkıya taktım.Üst üste kaç kere dinledim hesap edemiyorum artık.Adamın sesini mi sevsem, klibimi sevsem ,müziği mi sevsem hiç karar veremiyorum.

Başka bir huy olarak daha önce dinlemekten bıktığım şarkıları dönüp tekrar dinlemeye başlıyorum.Yani bende şarkının ölmesi diye bir şey yok. Bulup tekrardan tekrardan bir daha dinlemeye başlıyorum.Freddie Mercury hayranlığımın bir başka dışa vurumu olarak sesi ona en çok benzetilen( ki bence de benziyor ) Mika’yı bir ara çılgınca dinliyordum bir süre ara vermiştim ama vakit tekrardan Mikacığıma dönüş vaktidir.Yeni albümü de pek yakında geleceği için güzel zaman seçmişim afferim bana.Grace Kelly hayranlığımın dışa vurumunu da bu şarkıyla yapayım dedim.Canım Grace,canım Freddie,canım Mika

Bir de İndie müzik olarak adlandırılan müziğe karşı koyamıyorum herhalde ki beğendiğim tüm şarkılar o bağlamda oluyor.Bu grupla ilgili uzun bir tanıtım yazısı yazmayı planlıyorum.Şimdiden bir ön kulak alıştırması olsun diye bunu buraya koyuyorum naçizane canlar.

Hiç kitap yüzü görmüyor şu dimağım diye serzenişte bulunuyordum geçenlerde.Edebiyat okuyan bir arkadaşım var,çok okur çok bilir . Bana gerekirse ceza ver,ödev gibi olsun da kitap okuyayım biraz hiç okumuyorum diye söylendim o da bana bu kitabı önerdi.Konusunu biraz anlat bari dedim çok sevdiğim bir film vardır Sevmek Zamanı diye adeta onun bir kopyasını anlatınca hem de Sabahattin Ali var okunur bu kitap dedim gerçi araya milyar tane şey girdi ben hala okuyamadım ama okuyacağım söz veriyorum 😀

Bu da böyle her telden bir yazı oldu galiba.Ben sevdim bu işi .Anlatmak istediklerimin bir kısmını böylelikle yazmış oldum.Esen kalınız.